
ZAMANSIZ
Mevsimsel bir ihtiyaç mı bilmiyorum? Ama üzerimize giydiklerimiz kalınlaştıkça, zamanımızı dışarıdan çok içeride geçirdiğimiz aylarda kitap okuma, film ve dizi seyretmeye ayırdığımız zaman çoğalıyor sanki.
İyi bir okuyucu ve izleyici olarak hangisinin topuzunu kaçırsam, diğerine haksızlık etmişim gibi gelir. Kendime göre düzenim de vardır, birini bitirmeden, diğerine başlamam, yarım bırakamam, bugün bu bitmeli diye kendimi kontrol ederim.
Kim bilir, bu dizilere ayırdığımız zaman, kendi hayatımızın roman olma olasılığını görmezden gelmek içindir.
Senaristlerin, yazarların, hayal gücüne, insafına, olay örgüsüne teslim oluyoruz.
Ana akım dizilerin, çeşitli sebeplerden azalmasıyla, biraz dramdan sıkılmam, biraz da daha seçici davranmak istemem sebebiyle zaman artırdım kendime.
***
Sadece rollerinden, yazdıklarından, kısa videolardan ibaret olmadıklarını bildiğimden, onları daha yakından tanımak için video paylaşım platformundan röportajlar dinlemeye zaman ayırdım. Not alarak dinledim hepsini ve hepsinden bir şeyler öğrendim. Hani skeçlere konu olan, biz Türklere soru sorulduğunda “Bilmiyorum” demeyi beceremeyiz ya. Bunu bilmiyordum, bunu ilk defa duydum, bunu bir yere not almalıyım, bunu yeri geldiğinde bir sohbetin ortasında kullanmalıyım demek, bilmiyorum demek kadar güzel.
***
Mesela, size küçük bir hikaye anlatsam. “Yıl 1534, Kanuni, Bağdat’a sefere çıkar. Bunu fırsat bilen İran Şahı, Van’a saldırır. Kanuni, Veziri Azam Lütfü Paşa’ya Van’a gitmesini emreder. Van Gölü diye gittiği yer neredeyse denizdir. Keşif için kadırga’ya ihtiyaç duyar. Zemberekçibaşını çağırır, kendisinden kadırga yapmasını ister. Zemberekçibaşı, kadırga yapmak için önce ormana bakmam lazım der. Uygun ağaç bulur, küçük bir tersane kurar ve iki hafta içinde üç kadırga yapar, sefere çıkılır, İran ordusu bertaraf edilir. Zemberekçibaşı, Haseki mertebesine yükselir. Bu onun bilinmeyen ilk başarısıdır. Siz bu kişiyi, önemli eserleriyle sonradan tanıyacağınız Mimar Sinan olarak biliyorsunuz. “ Bunu anlatan kimdir diye sorulsa, size de tanıdık geldi mi bilmem ama ben bu paragrafı okusam Sunay Akın anlatmıştır derim. Sizce de sanat için üretmek özgünlük gerektirmiyor mu? Mutlaka sizin de vardır, ne anlatsa, ne söylese dinlerim, ne oynasa seyrederim dedikleriniz.
***
Platformda Sunay Akın’ın, Müjdat Gezen’le sohbetini izledim. Hani edebiyat bitmez, denir ya, yazmak aslında yaşanılanı kendi cümlelerinle yorumlamaktır. Bir senarist yazarken, seyrettiği bir şeyden esinlenebilir, yönetmen bir sahneyi çekebilmek için, benzeri bir sahneyi seyredebilir, bir novella yazan yazar, çok etkilendiği bir başucu kitabını yeniden kurgulayabilir. Müjdat Gezen ilkokulda Faruk Nafiz Çamlıbel(1898-1973)’in Küçük Çiftçiler adlı hikayesinden bir piyes oynamış. Hüzünlü bir hikaye, kardeşi verem olan bir çocuk, kardeşinin Sonbahar’da yapraklar dökülünce öleceğini öğreniyor ve kardeşi ölmesin diye, ağaçlardan düşen yaprakları, yerlerine dikmeye çalışıyor. Bu hikayeyi anlatırken, tanıdık geldi mi? sorusuna Sunay Akın, Amerikalı yazar Ohenry(1862-1910)’nin meşhur “Son Yaprak” hikayesi diyor. Esinlenmenin üstüne çıkmış replika gibi gözüküyor. Özellikle yaşam aralıklarını koydum. Geçmişte çevirinin az olması, dil bilmenin avantajı, belki de telif olmaması yüzünden fazla esinlenmiş yazarımız.
Müzik kıyaslarında da var bu durum. Böyle bir kıyaslamaya denk gelirsem, içimden hep Türkçe parçanın veya sevdiğim sanatçının söylediğinin esinlenilen taraf olmasını isterim. Fazla esinlenmişi okumak, seyretmek, dinlemek istemem. Tabii ki uyarlama olduğunu belirtenler hariç ki yakın zamanda bir çocuğumuzun sinemada seyrettiği harika bir uyarlama Yan Yana filmi gibi. Her ikisine de bayılmış biri olarak, kaliteli işler hep karşılığını alır.
***
Bugünlerde kendisine sıklıkla başvurulan, şimdiden suistimale açık, tehlikeli bile gördüğüm, kendisini başlı başına yazmak istediğim “Yapay Zeka” bizi roman, müzik, sinema, felsefe, bilgelik konularında doyurur mu emin değilim.
Yaşanılan karşısında, duygularımız, hissettiklerimiz aynı olabilir ama bunu yorumlarken seçtiğimiz cümleler özgündür. Bu yüzden “Edebiyat” bitmez, “Sanat” bitmez. Hipokrat’ın sözü gibi Ars longa, vita brevis. (Sanat uzun, hayat kısa)
Bunun içindir ki, umarım, yaşamımız, ona harcadığımız zamana değecek doyumlarla geçsin hep.
***
Umarım demişken, yeni yıl için umutlarımı da eklemek isterim.
Fillerin tepişip, çimenlerin ezilmediği bir dünya dilerim.
Sağlıkta, eğitimde, savunmada, kültürde, bütçede müşteri olmayacağımız, sosyal devletin hakkını veren bir ülke dilerim.
İyi insan olalım, kimsenin gözünde yaş, kalbinde yük olmayalım. Hoşgörülü olalım. Kendimize bakmadan yargı sopasını başkasına kullanmayalım. Hastalıkları sahiplenmeyelim. Soru işaretlerimiz kişilere değil, bilgiye olsun. Hayat boş yakınması, cami avlusunda, mezar başında kalmasın. Bize doğruyu öğreten hatalardan, tecrübelerden korkmayalım. Karmaşık gibi görünen hayat sarmalının, aslında basit olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Kısaca, yaşamın hakkını verelim yeni yılda.
Son söz Haruki Murakami’den gelsin.
“Öylece oturup, sonsuza kadar yaralarımıza bakamayız. Ayağa kalkıp, bir sonraki eyleme geçmeliyiz”
Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Benzer Yazılar
-
Burçlara Göre 2026: Sessiz Güçlenme YılI
-
GAZOZ AĞACI
-
Değişim Yılı
-
ZAMANSIZ
-
TAŞINIYORUM Hoşça kal İstanbul
-
MECLİS VE ENCÜMEN ÜYELERİNE AÇIK SORUMLULUK
-
PAŞABAHÇE’DE BİR DÜĞÜN
-
Seni Seviyorum Ama Seninle Yürüyemiyorum
-
KATARSİS
-
KASIM’DA GÖKYÜZÜ BİZE HANGİ KAPILARI AÇIYOR!!
-
Her çocukla yeniden çiçek açar Cumhuriyet
-
VARSAYIM

