
KATARSİS
Daha önce yazılarımda birkaç defa günlük yazmadığımı belirtmiştim. Biraz hafızama güvenirim, biraz da benden sonra yaşadıklarıma kimse şahit olsun istemem. Günlük yazmam ama kimi felsefelere göre üzerimde ağırlık yaptığına inansam da, sadece ne anlama geldiğini bildiğim, biriktirdiğim, arşivlediğim anılarım var benim de.
Bu kimi zaman bir obje, kimin aldığını sadece benim bildiğim, kimi zaman kiminle gittiğimi sadece benim bildiğim bir konser, sinema, tiyatro bileti. Tabii artık QR code olduğu için yenilerini ekleyemediğim. Neredeyse 30 yıl önce gelen bir çiçeğin notu, bir makale, bir karne, bir an, arada bunlara bakmayı o kadar severim ki, kaybolurum içlerinde.
Biz çocukken annemlerin, sosyal medyası, çok kanallı televizyon kanalları ve platformları olmadığı için kendilerine daha sohbetli, fıkralı, hatıra defterli, anket defterli vakit geçirme seçimleri vardı.
Liseye giderken bir çekmecede annemin anket defterini bulup ben de cevaplamıştım soruları. Tabii ki adettendir daha önce doldurulanları da okumuştum. O anket defterinden üç şey var aklımda.
Birincisi, annemin arkadaşının, görmek istediği ülke sorusuna Japonya yazmasıydı. Yazılınca ilginç değil tabii, yıllar sonra benim de çocukluk arkadaşım olan oğlunun Japon mektup arkadaşı ile evlenip Japonya’ya yerleşmesi ve annemin arkadaşının da onu ziyaret etmesi ile gerçekleşen muhteşem olumlaması.
İkincisi dayımın, hayatta en değer verdiğiniz kişi sorusuna, tek kız kardeşi olan annemi yazmasıydı.
Üçüncüsü ise benim aynı soruyu cevaplarken birçok lise arkadaşımın adını yazıp, bu listeye kardeşimi yazmanın aklıma gelmemesi. Benim gibi anket defterini okuyan kardeşimin yıllardır sitemkar bir şekilde tekrarladığı, herkesi yazmışsın beni yazmamışsın en değer verdiğin kişilere demesi. (Bu vesile ile tabii ki benim en değerlim olduğunu söylemek isterim Gökçe’ye)
Bu defterden esinlenmiş olacağım demek ki, benim anıları karıştırırken on beş sene önce kendime yaptığım anket çıktı karşıma. Neredeyse yetmişe yakın soru var. Bunlardan beş tanesi cevabı değişmeyecek sorular. Yıllar önce kendime “Katarsis” yapmışım.
Katarsis; içte biriken duyguların gün yüzüne çıkmasıdır.
Beş soru dışında kalanlar ise, sevdiğim kitap, şiir, aktör, aktris, yazar, meyve, sebze, koku, çiçek, mevsim, araba, ilk soruda aklıma gelebilecek her şey var neredeyse. En güzeli ne biliyor musunuz? Ben neredeyse yüzdesi yüksek bir oranda aynı şeyleri seviyorum. Önce bu durum, kendime bir şey katamadım mı diye sorgulattı beni. Pişmanlığım, unutamadığım an, hayalim, yapmayı sevdiğim, yapmaktan nefret ettiğim şeylerin değişmemesi mutlu bile etti beni. Çünkü yıllarca, sevdiklerime, sevmediklerime, hayallerime, mutluluk sebeplerime, hatta kullandığım parfüme bile sahip çıkmışım. Doğru kelime belki de “Sadakat”tir.
Bu sorulara şimdi cevap versem ne yazardım diye düşündüm, cevapları değil de, soruları değiştirirdim. Tek kelime cevaplık sorular değil de, gerçekten “Katarsis”in hakkını verecek sorularla deşerdim kendimi. Belki de soruları yazıp, cevaplarının iz olarak kalmasını istemezdim, bilemedim.
Köşe yazısının müsveddesini yazdığım defterimde, hala okunmamış kitaplarım, seyretmek istediğim filmlerin, dizilerin, gezmek istediğim yerlerin, almak istediğim eğitimlerin listeleri var. Bu sorulara daha bilge cevap vermek için belki de.
Duygularım gelişmiş, ama sonbaharı sevmem, taze biçilmiş çimen kokusunu sevmem, en kötü anımın, annemi toprağa sakladığım anın olması değişmemiş. Büyümüşüm ama beni ben yapan hiçbir şeyden vazgeçmemişim.
Nihilizm’e yakın görüşlerimden dolayı bazen benim de kendi ellerimle bana geleni geri çevirmişliğim oluyordur. Son zamanlarda alma-verme dengesi için dikkat ediyorum bunlara. Yine de sahip olduklarımdan değil, ihtiyacımın olmamasından keyif alıyorum.
Bu yazı da, benim neredeyse on sene parçalanana kadar kullandığım sandaletlerimden çıktı. Sadakat, bir felsefe olsa, en önde savunucusu ben olurdum. Bir sandaletin bana on yıl yarenlik yapmasına, anılarımı paylaşmasına izin verdim ben. Bir daha da yerine koymaya değer bir sandalet bulamadım. Basit bir eşya bile ne kadar kıymetli oluyor hayatımızda.
Kendimle de çelişmek istemem, derler ya “Neye kıyamazsanız, onunla sınanırsınız.” diye. Belki de bizi mutlu eden elle tutulur, gözle görülür bir şey değil de, sadece hissedilebilen duygulardır. Ne kadar az keşke dersem, o kadar mutluyum ben.
Kasım ayının son çeyreği benim ad günüm. Her senesinde kendime bir şeyler katarak geçirdiğim dediğim, iyi bir insan olmak için çabaladığım günlere yenisi ekleneceği için şükürde olduğum günler. Beni ben yapan herkese minnettarım.
Daha az telaşa kapılacağım, yaşanılan her şeyin o anki şiddetini kaybedeceğinin farkında olarak, daha çok okuyacağım, seyredeceğim, gezeceğim günler dilerim kendime.
Tabii ki hep beraber yaşanılası günlere.
Bu şiir kendime gelsin Cemal Süreya’dan.
“Kasım’ın son mısralarındayız.
Günlerden ne bilmiyorum.
Ama ben bugün de seviyorum seni !”
Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Benzer Yazılar
-
PAŞABAHÇE’DE BİR DÜĞÜN
-
Seni Seviyorum Ama Seninle Yürüyemiyorum
-
KATARSİS
-
BİR DAHA NEDEN OLMASIN…
-
KASIM’DA GÖKYÜZÜ BİZE HANGİ KAPILARI AÇIYOR!!
-
Her çocukla yeniden çiçek açar Cumhuriyet
-
VARSAYIM
-
Az Sözle Çok Şey Söyleyenler
-
İYİLİK İYİDİR
-
BEYKOZ 2026 BÜTÇESİ: PARA VAR, MANTIK YOK!
-
EN SEVDİĞİN BEN GELDİM
-
AYAKKABI

