
Az Sözle Çok Şey Söyleyenler
Bugünlerde “kişisel gelişim” ve psikolojik birçok terimle hayatı anlatmak için o kadar çok şey söylüyoruz ki…
Alma–verme dengesi, ilişkiler, insanın yolculuğu üzerine her gün yeni anlamlar arıyor, kelimeler üretiyoruz.
Ve bütün bunların içinde “kendimizi keşfedeceğiz” diye balık gibi çırpınıp duruyoruz.
Oysa bütün bu arayışların özünü, bir Anadolu insanı iki kelimeyle anlatıveriyor:
“Ne ekersen, onu biçersin.”
Bu kadar sade, az, öz.
Bir bakış, bir niyet, bir söz… Hepsi toprağa atılan birer tohum gibi.
Bilge insanlar, hayatı tarladan çok kalp gibi görürlerdi.
Toprağa ne ektiysen, kalbine ne koyduysan, bir gün karşına o çıkar.
Sebep–sonuç ilişkisi, adalet yasası, niyetin gücü, sorumluluk bilinci… Hepsi bu kısacık cümlede gizli.
Evrenin muhasebesi sağlamdır, hata yapmaz.
Hayat bazen hemen ödüllendirmez ama dengenin adaleti asla şaşmaz.
Eskiler, adaleti mahkemede değil, yastığa baş koyarken vicdanlarında ararlardı.
“Her nefes bir dua, her hata bir derstir” derlerdi.
Ve bilirlerdi ki insan, önce kendine adil olmadıkça kimseye adil olamaz.
Sevgi de böyleydi: önce içten taşmalıydı ki dışarıya bereketle aksın.
Eskilerin felsefesi yaşanmışlıktı.
Onların sözleri öğüt değil, hatırlatmaydı;
çünkü biliyorlardı ki insan, zaten bildiğini unuttuğu için acı çeker.
Birine iyilik mi ettin? “Ne verirsen elinle, o gelir seninle” derlerdi.
Kırıldın mı, “Rüzgâr eken fırtına biçer” diyerek biraz susup, biraz düşünürlerdi.
Hakkını mı aradın? “Hak yerini bulur” derlerdi; sabrın adaletini bilerek.
Bugün biz “alma–verme dengesi” diyoruz, onlar “evren kimseye borçlu kalmaz” diyordu.
Biz “öz şefkat” diyoruz, onlar “kendine dost olmayanın dostu da olmaz” diye uyarıyordu.
Biz “pozitif düşünce”yi anlatıyoruz, onlar “iyi düşün, iyi olsun” deyip geçiyordu.
Yani aslında modern kişisel gelişim kitaplarının üç yüz sayfasında anlatılan her şey,
bir fincan kahve eşliğinde iki cümleyle söyleniyordu.
Çünkü onların bilgeliği ezbere değil, yaşamın içindendi.
Ekin ekerken, hamur yoğururken, dua ederken öğrenirlerdi.
Kendini bilmek demek, haddini bilmekti.
Ve haddini bilen, huzuru bulurdu.
Belki de biz fazla kelimeyle düşünmeye başladık.
Hayatın özünü karmaşıklaştırdık.
Bir şeyi anlamak için önce onu beş ayrı kavrama, üç ayrı terapiye ve iki ayrı podcast’e bölüyoruz.
Oysa bir dede, tespihini çekip sadece şunu derdi:
“Oğlum, suyun akışına karışma; nasibin yolunu bulur.”
Bugün “akışta kalmak” dediğimiz şey, eskilerin “tevekkül” dediği hâlin ta kendisi.
Ne kadar modernleşirsek modernleşelim, değişmeyen bir şey var:
İnsanın kalbi hâlâ aynı yasaya bağlı.
Ne ekerse, onu biçiyor.
O yüzden belki de şimdi yapılacak en bilgece şey;
çok süslü cümlelerle sürekli hayatı irdelemek yerine,
biraz durup dinlemek.
Çünkü;
Hayat bize hep bir şey söylüyor ama biz çoğu zaman kendi sesimizden duyamıyoruz.
Belki de kişisel gelişimin en sade hâli, bu sözleri hatırlamaktır.
Çünkü bazen bir cümle, bütün bir ömrü aydınlatabilir.
Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Benzer Yazılar
-
Her çocukla yeniden çiçek açar Cumhuriyet
-
VARSAYIM
-
Az Sözle Çok Şey Söyleyenler
-
İYİLİK İYİDİR
-
BEYKOZ 2026 BÜTÇESİ: PARA VAR, MANTIK YOK!
-
AYAKKABI
-
Ekim’den Bir Mektup!
-
Eylül Ekinoksu: Dengeyi Bulma Zamanı
-
Çocuklarınıza Sahip Çıkın!
-
AKIŞ
-
Kilometresi Sıfırlanmış Yönetim mi?
-
Ağustos Biterken ,Asıl Her Şey Şimdi Başlıyor!..

