Yeni adresimiz
Ana Sayfa Yazarlar 1.09.2025 7 Görüntüleme

HER YAŞIM

Can Yücel’in çok sevdiğim “Davet” isimli bir şiiri var. Üç geçmiş yaşı ve şiiri yazdığı andaki yaşı, dört kişilik masa kuruyor. Yazarken sitemle, birinin yediğini o yemez, birinin içtiğini o içmez diye sitem ediyor, belki de bir tek, dinlenecek müzikte hem fikir oluyorlar şiirde.

***

Gerçekten düşününce fark ediyor insan, omurga aynı kalsa da, yediğin, içtiğin, sevdiğin, giydiğin, sabrettiğin, tahammül ettiğin, keyif aldığın şeyler, tecrübelerin ve bakış açılarına göre değişip, dönüşebiliyor.

Hani sosyal medyada birçok 90’lar sayfası çıkıyor ya karşımıza. Hepimizin elinden, damağından, evinden geçmiş, sakızlar, oyuncaklar, leblebi tozları, perdeler, kıyafetler vs. Onları görünce akla gelen bazen bir tat olsa da, çokça duygu barındırıyor olması bence. Birçoğu günümüzde de var. Mesela o meşhur perde, nostalji olsun diye alsam ne olur? Onu, yıkayıp asan annem yanımda olmadıktan sonra, ne anlamı var?

***

Zamanın acımasızlığının, en büyük şahidi bence fotoğraflar. Ben de ara sıra acı kanırtmak için alırım fotoğrafları elime. Gidenlerle konuşup sitem ederim, kalanların iyi ki hayatımda olduğunu düşünürüm.

Kıyafetlerime bakarım, kiminle fotoğraf çektirdiysem yanında olmamın mutluluk derecesine bakarım. O zamanlar fotoğraf çektirenler bilir, 24’lük, 36’lık filmlerimiz vardı. Bir daha o hiç yaşanmayacak anı, fotoğraf makinesinin tek tuşuna emanet ederdik. Tab ettirdikten sonra elimize kaç fotoğraf geçeceği meçhuldü. Beklemesi heyecan verirdi, yanardı, boş çıkardı, bazen de bir parmak misafir olurdu o en güzel anımıza.

Fotoğraf, dijitale düşmeden, stüdyo fotoğrafçılığını meslek edinen, güler yüzlü, sabırlı, kısa bir an için bile olsa, fotoğraf çektirmeye değer bulduğumuz anıyı paylaşan olurlardı bizimle. Ya da bir sahil kenarında Fotö diye bağıran, elimizde sallayarak aydınlanan baskıları elimize tutuşturan, şipşak fotoğrafçıları vardı.

Şimdi ise elimizde son dönemin baskı fotoğrafları kalmadı maalesef. Bense fotoğraflara bakarken, bir dönemin doğum günü fotoğraflarına, arka plan olmuş vitrinin üzerinde ne olduğunu görmek için, elimle büyütmeye çalıştım fotoğrafı, beynimiz otonom hareketleri nasıl da ezber ediyor.

Böyle olunca tabii ki, şu anki yaşımla, geçmiş yaşlarım birbiri ile kavga eder.

***

Seray Şahiner’in bir röportajında dinledim. Her şey yazılmış, her şey söylenmişken Edebiyatta üretmenin zorluklarından bahsetmiş. Çok da güzel bir örnek verdi. Hasan Hüseyin Korkmazgil bir şiirinde, “Hangi kızı sevsem, Karacaoğlan öpmüş” diye.

Bu yüzden ne yazsak, neden bahsetsek daha önce yazılmış gibi. Önemli olan bir fotoğraf karesi ile hissedilen duyguyu paylaşmak belki de.

Bu arada eş zamanlı Seray Şahiner’in “Antabus” kitabını bitirdim. Kitabı ikiye bölmüş. Birinci bölümde kahramanını bir gazete kupürü ile maktul yapmış, diğer bölümde yine bir gazete kupürü ile kendisine eziyet eden kocasını öldüren katil yapmış. Seçimi ise okuyana bırakmış. Belki yazar da, bir gün 40 yaşı ile kavga edecek, niye bu novellayı böyle yazdım diye kim bilir?

***

Sessizliği ve tercih edilmiş yalnızlığı çok severim. Uyarıcının bu kadar olmadığı zamanlarda, sessizlikte, yolculukta, ışıkları yoldan bile zor görünen evlerde, ne yenilip, ne içildiğini, ne konuştuklarını, nasıl eğlendiklerini hep merak ederdim. Ya da keyfim yoksa, her baktığım yerde, başka bir duygu, başka bir heyecan, içinden çıkılmaz bir durum, belki doğum sancısı, belki sayılı nefeslerin geldiği son. Bundan mıdır bilmem ama benim yaşlarım, yemek, müzik, kıyafet konu olunca tartışsa da, her yaşımın anlayışı, sabrı, empatisi ortak noktadır benim.

***

Eskiden bir tren yolculuğu derdim hayatıma, misafir olanlarla yolculuk süresince, inecekleri istasyona kadar benimle olurlar derdim. Şimdi ise çok odalı yüreğimde yer açarım hepsine diyorum. Hayatımdan kalıcı olarak gidenleri, bir istasyondan el sallayarak gönderemediğimi anladım çünkü. Yürekte oda açmak öyle mi? Hayatıma her gelene bir oda açıyorum kendimce. Anılarımızla, odanın duvarlarını süslüyorum. Askılara sevdiğim özelliklerini asıyorum, çekmecelere de görmezden gelmem gerekenleri saklıyorum işte. Bu yüzdendir ki, her yaşımın misafiri olanların odaları hiç tozlanmıyor. Birkaç unuttuğum, birkaç ben istemeden kapanan, birkaç bu dünyada olmadığı için anılarına yenisi eklenmeyen ve özlem kokan odalarım var.

Neredeyse her yaşım bu konuda hemfikir.

***

Her yaşımın bir de, ne ortak özelliği var biliyor musunuz?

Her yaşım protest!

Evliya Çelebi, yaşasaydı ve “Seyahatname”’yi şimdi yazsaydı muhtemelen adını “Şikayetname” koyardı.

Şaşırmamamızdan, utanmamamızdan, kanıksamamızdan kaynaklanan, hak ettiği tepkiyi görmemiş, ömrü 3 gün süren gündemlerimiz var. Çok sezonlu, uzun soluklu, bir dizinin senaryosunda daha neler olabilir diye bekliyoruz.

Matematik’in kesişme kümeleri gibi, bir diğer taraftan kendi yaşam mücadelemizi veriyoruz, bir taraftan ülke sorunlarımızla, yaşamaya çalışıyoruz.

***

Son yayınında Yılmaz Özdil söyledi. “Hiçbir yere giden, oyuncak trenin yolcuları gibiyiz” diye.

Ve ben bunları size, Galeano’nun dediği gibi “Birlikte kurtulmayı umut ettiğim için yazıyorum.”

Her yaşım, bu konuda hemfikir.

“Yaşanılası günlere”

reklam

Yorumlar

Yorumlar (Yorum Yapılmamış)

Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

İlginizi çekebilir

Eyy Aşk!

Eyy Aşk!

Özgün Haber Reklam Alanı
Özgün Haber Reklam Alanı
Tema Tasarım | AnatoliaWeb