İZMARİT
Eğer konu yazmaksa; mutlaka yolum Edebiyat’ı keyifli hale getiren arkadaşım Türkan’a çıkar bir şekilde.
Sohbetimizin konusu ChatGPT, OpenAI’ın CEO’su Sam Altman, Ahmet Haşim ve fıkraydı. ChatGPT’ye kibar davranmaktan girdik, Sam’in mutfağında röportaja gelen konuğuna hazırladığı yemekten ve B planı olmasından çıktık. Bizi güldüren değil de köşe yazısı olan fıkradan bahsedip, X kuşağı olarak gazetenin kokusunun ve sayfa hışırtısının yerini bir şeyin tutmadığına karar verdik.
- Ne yazacaksın bu ay? dedi.
- Aklımda dört kelime var, birbirine bağlarsam harika olur, dedim.
Eğitim – Görgü – Kibir – İyilik
Bu dört kelimenin çıkış noktası ne diye sorarsanız, komik ama ‘sigara izmariti’.
Yaklaşık beş sene önce bir haber okumuştum. Bir proje sanatçısı Heather Dewey Hagborg tarafından, DNA özelliği taşıyabilecek sakız, saç teli ve sigara izmariti toplayarak, genomlar yardımı ile, kişilerin çizimlerini sergilemişti. Kimse kendini böyle bir sergide görmek istemez sanırım. Benimse asla böyle bir sergide bir görselim olmaz. Çünkü ben ne bir çöp, ne de izmarit atarım yere.
Maalesef, ilkokul mezunu pasif bir baba, okuduğu okulda tek öğretmen lisesini kazanmış olsa da, şehirde olmasına rağmen, fırsat eşitliğinden faydalanamamış, ekonomik sıkıntılardan, belki de öksüz olduğu için erkenden evlendirilmiş, ortaokul mezunu bir annenin evine doğdum. Şehir içinde, apartman dairesinde, sokakta oynayan bir çocuk olarak büyüdüm. Evimizde ikinci bir dil bilen, bir müzik aleti çalabilen, bir sporla seyirci olmak dışında ilgilenen yoktu. Bakıcı ile büyümedik, çoğu zaman öğünümüz salçalı ekmekti, çünkü avokado hayatımıza girmemişti daha. Evde top oynanmaz, koşulmaz, topuklu bir şey giyilmezdi. Balkondan bir şey silkelemenin bile günleri vardı. Sporumuz hulahop ve bel lastiği kadar sınırlıydı. Silah olarak da sadece gri elektrik borularına kağıt külahtan cephane yapmakla sınırlıydı şiddetimiz.
Zekamız IQ testine değil, salak veya avanak çıkmaktan korktuğumuz Solo Test’e emanetti. Oyuncaklarımız ve çizgi filmlerimiz bizi şiddete yönlendirmeyecek kadar masumdu.
Müfredat öğretmenleri okuttu bizi. Kapısı nedense hep kilitli olan Fen laboratuarlarımız ve içindeki kitaplara ulaşamadığımız kütüphanelerimiz vardı. Herhalde kolay ulaştığımız tek materyal tahtaya asılan coğrafi, fiziki haritalardı. Giyinip soyunmanın değmediği bir iki saate sığan Beden Eğitimi dersimiz, flütten başka müzik aleti görmediğimiz müzik derslerimiz, içinden ne çıkarsa yemek zorunda olduğumuz beslenme çantalarımız vardı bir de, talep edemediğimiz yememiz uygun görülen akmayan, kokmayan şeyler.
Metaforla verilen bilgiler geldi bizimle bugüne kadar, peçete köşesi, fıstıkçı şahap, sert ünsüzleri unutturmadı, Hasan 2 Salak Osman 4 Sülfürik asidi unutturmadı, damdan düşüp ölen Nedim’i de unutmadık. Rastgele büyütüldük ve fena insanlar olmadık.
İlkokulda hem zihinsel hem bedensel engelli arkadaşımız vardı sınıfımızda, kaynaştırma öğrencisi değildi, bir adı vardı. Anayasa Madde.42 eğitim hakkı hepimiz için geçerliydi.
Özel okullar son 24 yılda yüzde 1000’den fazla arttı, o zamanlar pek yoktu.
Tek bildiğimiz anomali akraba evliliğiydi. DEHB, Disleksi, OKB, Tourette Sendromu, Arithmomania bilmezdik.
2000 yılında 150’de bir olan otizm, 2023 yılında 36’da 1 oranında arttı.
Kişi başına antidepresan kullanım oranı son 12 yılda yüzde 76 arttı. Önce hasta edildik, sonra iyileştirilmeye çalışıldık.
Tıpkı ünlü çikolata markasının bize çikolata yedirip, şeker hastası olunca da ürettiği ilacı satması gibi kısır bir döngüydü bu.
Rastgele büyüyen biz çalışırsak sınıf geçer, çalışmazsak sınıfta kalır, okuyamazsak meslek öğrensin diye çırak verilirdik. Hiç birimiz saraya sadrazam olmadık.
Lisede Beşeri Münasebetler dersimiz vardı, saygı ve sevgi ile andığım Behice Hocamız. Sofra adabı, görgü kuralları, adabımuaşeret öğretti bize. Ne mutlu ki bunları öğrenenlerden olduk. Belki meyve çatalını nereye koyacağımı karıştırırım ama karanlıkta esnerken ağzımı kapatırım. Kırmızı ışıkta beklerim, yere çöp atmam, gürültümle kimseyi rahatsız etmem, açık alanda sesli video seyretmem, kimsenin arkasından konuşmam, kimseye onu zorda bırakacak sorular sormam, anlatıldığı kadarını dinlerim, kimsenin sırasını almam, başkası adına utanırım, yerde şişe kırığı görsem alır çöpe atarım ve bunlar gereklidir, benim için saymakla bitmez. Adına özgürlük denilen hiçbir şımarıklığı yapmam bilerek.
Hani Kişisel Gelişim kitaplarında bir klişe vardır. Tabakta kalan son lokma senin hakkın, sen prensessin, sen prenssin denir ya; çocuklarımızı bizim gibi rastgele değil de her şeyi önlerine sınırsızca sererek yetiştirirsek sonu nereye varır bilemedim.
***
Organize İşler filminde güzel bir anekdot var. Asım Noyan, gençliğinden bir tabut hikayesi anlatır. Meczubun birini tabuta koyarlar, tabutu taşımaya gelenlerin cüzdanlarını çalarlar. Sen hangisi olmak istersin diye sorar Süpermen’e, tabutun içindeki mi, tabutu taşıyan mı, yoksa bu işi organize eden mi? İyi olmanın kriterleri vardır ve bunları diploma ve para ile çözemezsiniz.
Önyargısız, adaletli, duyarlı, görgülü, saygılı olmak, üzgünüm, satın alınabilir şeyler değildir.
***
Şeytanın Avukatı filminde Al Pacino’nun harika repliği; “ Kibir, en sevdiğim günahtır.” Bu duyguyu içinde barındıran “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sorusunu sordurur karşısındakine, enaniyetten vuruluruz. Hırs, kibir, böbürlenme zehirdir bize.
100 metre koşuda dünya rekoru 1912 yılında 10 saniye 6 salise, 2009 yılında ise 9 saniye 58 salise. Her başarı, her duygu kapasitemiz kadar. Malınız, mülkünüz, bilginiz sizde kaldığı sürece varlar ve doğru yerde kullanılınca güzeller.
***
Ezcümle, iyilik denince beni etkileyen bu hikaye gelir aklıma, sizlerle de paylaşmak isterim.
Hastanede aynı odayı paylaşan kalp hastası iki yaşlı adamın hikayesi.
Koridorda yatan, cam kenarındakini kıskanıyor, çünkü cam kenarındaki yaşlı amca, her gün, denizi, rüzgarı, havayı, ağaçları, çiçekleri, kuşları, yoldan geçenleri anlatıyor saatlerce.
Günler böyle geçerken, cam kenarındaki hasta kalp krizi geçiriyor ve koridor tarafında yatan hasta acil durum düğmesine basmıyor, çünkü manzaralı yatakta gözü var. Cam kenarındaki yaşlı amca ölüyor, arkadaşı camın kenarına taşınıyor, kıskanç amca bir hevesle camdan dışarı bakıyor ve pencereden sadece siyah bir duvar görünüyor.
Yolumuz, kendimiz gibilerle, tabutu taşıyanlarla denk gelsin diyelim…
Yaşanılası günlere.
Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.